Dinimiz, insan haklarına büyük önem vermekte ve müminlerin bu haklara duyarlı ve saygılı olmalarını emretmektedir. Ayrıca insan haklarının ihlali durumunda, hakları ihlal edilen kişi affetmediği sürece kimsenin affedemeyeceği de belirtiliyor. Veda hutbesinde Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! … Canlarınız, mallarınız, ırzlarınız ve ırzlarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmaz), tıpkı bu beldenizde bu gününüzün, bu ayınızın dokunulmazlığı gibi…” (Buhari, Hac, 132 [1739, 1741])
dedi. Allah Resulü (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: “Kimin kardeşine ait bir hakkı varsa, bu haksızlığı hak sahibiyle telafi etmelidir. Gerçek şu ki, (kıyamet gününde) asla dinar ve dirhem (altın ve gümüş) olmayacaktır. Kardeşinin hürmetine, kendi salih amellerinden mahrum kalmadan önce onunla (bu dünyada) barışsın. Eğer zalim, (ahirette) (bu hakkı karşılayacak) sevaba sahip değilse, kardeşinin günahları silinip o zalimin üzerine atılır.” (Buhari, Rikâk, 48 [6534]; Mezalim, 10 [2449]).
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı hacca giden kişinin, yolculuğa çıkmadan önce çevresindeki insanlarla ve hukuki ilişki içinde olduğu kişilerle vedalaşması hac adabından sayılmaktadır. Ancak helalleşme, haccın sıhhat şartlarından biri olmadığından, haccı helalleşmeden yapan kimsenin haccı geçerlidir.
Bir yanıt bırakın