Farklı bir perspektifle : sağlık ve hastalık

Farklı bir perspektifle : sağlık ve hastalık

Toplumsal değişme­nin beden üzerindeki etkisi en önemli konulardan biridir. Anoreksia aslında küreselleşmenin etkilerini de kapsayan belli türden toplumsal değişmelerin bir yansıma­sıdır. Batı toplumlarında beslenme bozuklukları konusunda görülen artış, gıda üretimin özellikle son otuz kırk yılda iyice hız kazanan küreselleşme­siyle doğrudan ilişkilidir. Yeni soğutma tekniklerinin bulunması ve konteynır taşımacığının yaygınlaşması, gıda maddelerinin uzun süre saklanabil­mesini ve dünyanın bir ucundan diğe­rine taşınabilmesini olanaklı kılmıştır. 1950’lerden bu yana süper marketler, dünyanın dört bir yanından gelen (ve bunları satın alabilecek güce sahip olanlar için -ki bu artık Batı toplumlarının nüfusunun büyük çoğunluğu anlamına geliyor) gıda maddeleriyle dolup taşmaktadırlar. Üstelik bu gıdaların pek çoğu artık eskiden olduğu gibi yalnızca belli mevsimlerde değil, her an bulunabilmektedir. Yaklaşık son on yıldır, Birleşik Krallık’taki ve diğer gelişmiş ülkelerdeki insanlar beslenme düzeni konusunu daha ciddiye almaktadırlar. Elbette bu, herkesin umutsuzca zayıflamaya çalıştığı anlamına gelmemektedir. Daha çok, her gıdanın her an bulunabildiği bir dönemde, ne yiyeceğimize karar vermek zorunda olduğumuz anlamına gelmek­tedir -bir başka deyişle,”diyet” i burada gıda tüketim alışkanlıklarımız olarak düşünecek olursak, bir beslenme diyeti oluşturmamız gerektiği anlamına gel­mektedir. Diyetimizi oluştururken, ne yiyeceğimize bilimin bizi bombardımana tuttuğu -sözgelimi, yüksek kolestrol düzeyinin kalp hastalıklarının nedeni olan etkenlerden biri olduğu gibi- yeni tabi bilgilerin ışığında karar vermemiz gerekmektedir. Gıdanın bolca bulunabildiği bir toplumda yaşa­dığımız için, ilk kez olarak bedenleri­mizi yaşam tarzımıza özgü alışkanlık­larımıza (koşmak, bisiklete binmek, yüzmek ya da yoga yapmak gibi) ve ye­diklerimize göre şekillendirme fırsatına sahip olduk. Beslenme bozuklukları, kaynağını bu durumun hem bize sunduğu fırsatlarda hem de yarattığı şiddetli gerilimlerde ve baskılarda bulur.

Peki beslenme bozuklukları neden daha çok kadınları, özellikle de genç kadınları etkilemektedir? Öncelikle, yalnızca kadınların beslenme bozukluk­larından mustarip olmadıklarını be­lirtmek gerekir, zira bu grupta yer alanların yaklaşık %10’u erkeklerdir (Beslenme Bozuklukları Derneği 2000). Ne var ki, erkeklerde anoreksia ve bulimia kadınlarda görüldüğü kadar sık görülmez; bunun nedeni kısmen genel olarak kabul gören toplumsal normların kadınların fiziksel çekiciliğini erkeklerinkinden dana önemli görmesi, kısmen de çekici erkek bedeni imge­sinin kadınınkinden farklı olmasıdır. Son iki yüzyılda Amerikalı genç kızlar tarafından yazılan günlükleri inceleyen Joan Jacobs Brumberg (1997), günümüzde ABD’deki genç kızların kendilerine “ben kimim?” ve “kim ol­mak istiyorum?” sorularını sordukları zaman bu sorulara verdikleri yanıtların bir yüzyıl önce yaşamış akranlarına nazaran daha çok bedenleri etrafında şekillendiğini ortaya koymuştur. Brumberg genç kızların bedensel kaygıları üzerinden “ticari çıkar” sağladığını ileri sürmüştür. Brumberg’in vardığı sonuç şudur: Beden, günümüzde ABD’li genç kızların benlik algılarının öylesine merkezinde yer almaktadır ki, onların temel hedefi haline gelmiştir.

Anoreksiya ve diğer beslenme bozuklukları, aslında, kadınların daha geniş bir toplumda yaşadıkları ve eskisinden daha fazla rol aldıkları, ama buna rağmen becerileriyle değil, halen görünüşleriyle değerlendirildikleri mevcut durumu yansıtmaktadır. Bes­lenme bozukluğunun kökleri, beden­den duyulan utanç duygusuna kadar uzanmaktadır. Birey kendini yetersiz ve kusurlu bulur; diğer insanların gözünde nasıl göründüğü, bedeniyle ilgili duygu­larının da etkisiyle daha da önemli hale gelir ve bu konuda kaygılanmaya başlar. Zayıf olma ideali, bu noktada artık bir saplantı haline gelir -kadın kilo vermenin yaşamındaki herşeyi çözece­ğini düşünür. Saplantılı biçimde diyet ve idman yapmaya başlarsa, yediklerini kusma ve yemek yemeyi tamamen reddetme arasında gidip gelen bir davranış kalıbı içinde kısılıp kalabilir. Eğer bu kalıp kırılmazsa (ki bazı psiko­terapi tekniklerinin ve tıbbi tedavilerin bu konuda etkili oldukları kanıtlanmıştır), hasta açlıktan ölebilir de. Beslenme bozukluklarının yaygın­laşması, bilim ve teknolojinin gündelik yaşamlarımız üzerindeki etkilerini yansıtır: kalori hesabı teknolojik iler­ lemelerle olanaklı hale gelmiştir. Yine de, teknolojinin ne denli olacağını toplumsal etkenler belirler. Artık bedenlerimiz konusunda daha önce hiç olmadığımız kadar özerkliğe sahibiz ve bu durum karşımıza olumlu firsatlar kadar, yeni kaygılar ve sorunlar da çıkarmaktadır. Gerçekleşmekte olan şey, aslında, sosyologların doğanın toplumsallaşması dedikleri sürecin bir parçasıdır. Bu deyim, eskiden “doğal” olan ya da doğada görülen görüngü­lerin, toplumsal hale getirilmeleri -bizim toplumsal kararlarımıza bağlı kılınmaları- olgusuna işaret etmektedir.

Kaynak: iceriktr.com

Bir yanıt yazın